Biyografi

Dünyayı değiştirmeye kendimden başlamam gerektiğini biliyorum..
13.07.1984 - Çocukluk
BursaGemlik'te doğdum. İlköğrenime burada başladım. Alerjik Astım Bronşit hastası, ufak tefek bir çocuktum. Yarım bardak süt yahut oyun oynarken uçan bir yastık beni acile sürükleyebilirdi. Ailem Nakşibendi tarikatına bağlıydı ve evimizde televizyon, fotoğraf, Kâbe resmi haricinde bir resim bile yoktu. Çok az sayıda oyuncağımız vardı. Peygamberin zamanında koltuk diye bir şey olmadığı için salonumuzda koltuk takımı ve yemek masası yerine minderler vardı. Yemek, elbette sünnet olduğu üzere yer sofrasında yenirdi. Bir çocuk için oldukça renksiz bir hayattı. Baba bizim için güven değil, korku figürüydü. Babanın yanlış bulduğu hemen her şey, cezaveya bağırma sebebi olabilirdi. Bunun genel geçer bir yanlış olmasına gerek yok, onun için yanlış olması yeterli. Gemlik'teki hayatımız, babamın Kâbe'de elektrikçi olarak iş bulması sebebiyle sona erdi. Toplamda 2 yıla yakın orada çalıştı. Bu iki yılın son 6 ayında biz de orada kaldık ve kız kardeşim ile birlikte bir Türk ilköğretim okulunda eğitim gördük. Orta öğretim ve lise dengi Türk okulu olmadığı için abimi akrabalarımıza bırakarak gitmiştik. Abim bizi özlediği için bu macera 6 ayda sona erdi ve Türkiye'ye dönerek, Samsun'a taşındık.
1994 - Ergenlik
Samsun'da 6 ay kadar kaldık. Oradaki hayatımı çok seviyordum. Elbette yasaklar ve korku ortamı devam ediyordu ama annemin ailesiyle kurulan sevgi bağı o baskıyı azaltıyordu. İyi bir okulda eğitim görüyorduk. Dayımın babama karşı ufak müdahaleleri kendimizi yalnız hissetmememize, arkamızda bize destek olacak biri olduğu hissini veriyordu. Ancak bu mutlu dönem kısa sürdü. Babamın kardeşi ile iş kurması sebebiyle Manisa'ya yerleştik. Annem ve biz asla gitmek istemiyorduk ama bu hikâyede çocuklar ve kadının fikirlerinin bir önemi yok elbette. Manisa'ya sürüklendik resmen. Orada 7 yıl kadar kaldık. İlkokulu orada bitirdim. Sokakta bizim ailemizden farklı komşularımız ile dostluk kurduk. Bu dönem onların aileleri ile bizim ailemiz arasındaki uçurumu fark ettiğim dönem. Büyükbabam -dede dedirtmezdi sakalı olmadığı için- her gün traşını olan, gazetesini alıp bulmacalarını çözen, köy enstitüsünde eğitim alıp öğretmen olmuş bir cumhuriyet çocuğuydu. Sosyal demokrattı. O ne kadar sekülerse babaannem de o kadar dindardı. Bu yüzden diğer üç çocukları seküler bir yaşam süren, Atatürkçü, sosyal demokrat görüşlü insanlarken, babam, annemin ailesinin de etkisiyle dine merak sarmış, hatta daha ileri gidip bir tarikata bağlanmış ve hayatı dini ve hoca efendisinden ibaret olmuştu. Manisa'da 4. sınıftan itibaren ilköğretimi ve orta öğretimimi tamamladım. Liseye geçtiğim dönem 28 Şubat kararları yayınlandı ve bir yıllık direncin ardından, ailem beni okuldan aldı. Dünya başıma yıkılmıştı çünkü hayatımı değiştirmek için önümdeki en büyük imkân olan eğitim hayatım elimden alınmıştı. Hayallerim suya düşmüştü.
2000 - Yeni bir hayat mı?
Milenyumda 95 yılından beri süre gelen ekonomik kriz ve babamın iş hayatında peş peşe yaşadığı başarı ve başarısızlıklar sonucu soluğu yeniden Samsun'da aldık. Annemin ailesi bize destek olacaktı. Üstelik başörtüsü yasağında Manisa pilot bölgeydi ancak Samsun'da yasak uygulanmaya başlamamıştı. Yeniden eğitim hayatımıza dönebilecektik. Bir umutla Samsun'a taşındık. İşte şimdi beni bekleyen kaderi mi yaşayacağım, yoksa ipleri ele mi alacağım, bunu anlayacağız. Samsun'da İmam Hatip'e kayıt yaptırdık ve kısa bir süre devam ettik. Ardından yasak buraya da sıçradı ve tüm Türkiye'ye yayıldı. İkinci defa hayallerim elimden alındı ve bu defa bir çare de yok. İlk iş olarak, ne olur ne olmaz, bir gün üniversiteler başörtülülere de serbest olur diye Açık Öğretim sisteminden liseyi bitirdim. Öte yandan evden uzaklaşabilmek dikiş kurslarına gidiyordum. Aynı dönem dine kafayı taktım. Hatta hafızlık yapmaya bile kalktım. Afganistan'lı bir öğrenci kızdan hafızlık dersi almaya başladım. Tamam, devlet başını açmadan okula almam diyor ama başımı açıp açmayacağıma neden ben karar veremiyorum? Babanın üzerimizdeki bu sonsuz gücünü, tanrının ona verdiği ehliyeti sorguluyorum. Sadece bu coğrafyada doğduğu için Müslüman olmuş ve Müslüman bir erkek olarak eşi, çocukları hatta komşuları üzerinde bile sorumlulukları olan bir adam var karşımda. Normalde akıl yürütme becerisini sorguladığım bu kişi, nasıl olur da hayatımla ilgili bu kadar ciddi bir kararı verme yetkisine sahip olabilir? Eğer bu ülkede değil de Afrika'da bir kabilede doğsaydı böyle bir ehliyeti olmayacaktı. Ya da Avrupalı bir Hristiyan olsaydı ben özgür olacaktım. Haliyle işin ucu tanrıya vardı ve şu soruyu sordum, "Tanrım, ne istiyorsun benden?" Çok basit bir hayatı yaşamak bu kadar zor olmamalıydı. Zorlaştıran, her konuda yüzlerce fikir ve karar sahibi olan oydu ve bu hayatta bana ve kararlarıma yer yoktu. Aslına bakarsanız böyle bir durumda insan isyan ediyor. Dinden, tanrıdan, babadan ve onu otorite olarak kabul eden herkesten nefret ediyorsunuz. Ancak ben yine de bu öfkeyle dini reddetmek yerine onu öğrenmeye karar verdim. Meal okudum, tefsir okudum, hadis külliyatları okudum. Başta kafama yatmayan şeyler olmasına rağmen dindar oldum çünkü çok fazla telkin var ve doğduğunuz andan itibaren etrafındaki herkes, yeterince dindar olmayanlar bile dinin gerçekliğini kabul ediyor. Örneğin dini yaşamayan biri dini eleştirmiyor, benim eksikliğim diyor. Haliyle kafası karışmış bir ergen olarak galiba sorun bende diyordum. Kendimi inanmaya zorluyordum. AKP'nin de dini kamusal alanda daha görünür kılmasıyla, kitaplardaki çelişkiler insanların sözlerine, davranışlarına da yansımaya başladı. Yani flu alanlar görünür örneklere, haliyle somut çelişkilere döndü. Bir yandan öyle dindar olmuştum ki, artık etrafımdaki dindarların çelişkili tavırlarını eleştiriyordum. Öte yandan, dinde yaşamamız beklenen hayat, bizi resmen hayatın dışına itmiş oluyordu. Benim gibi dindar kuzlardan oluşan bir arkadaş grubumuz vardı. Birbirimize dini telkin ediyorduk. Ama hepsi okulundan olmuş, hayalindeki erkeğin yanına bile yaklaşamayacak aykırı tiplere dönüşmüştü. Dinen çok makbuldüler ama gerçek hayatta hiçbir karşılıkları yoktu. Hepsi mutsuz, depresif ve hüzünlüydü. Ben de ağır bir depresyona girdim ve doğduğum günden itibaren eve geldiği anda odalarımıza kaçtığımız, yanında konuşurken yutkunduğumuz babama isyan bayrağını çektim. Ona, "Ben delirmeyeceğim, sen delireceksin" dedim. Dinen hoş görülmese de evden kurtulmak için çalışmaya başladım. Eve çok yakın bir eczanede iş buldum. Sonra başka eczanelere girdim. Ancak bir türlü sigortalı oylamıyordum, ne de olsa lise mezunuyum diye sigorta yapılmayacağını duyduğum bir görüşme sonucunda üniversiteye hazırlanmaya karar verdim. O dönem başörtüsü yasağı kalkmasa dahi bazı rektörler göz yumuyordu. İşten çıkıp üniversiteye hazırlandım. AKP'de vekil olan bir aile büyüğüm beni dershaneye yazdırdı. Yaşım 24.
2007 - Yeni bir hayat
Bir dönemlik hazırlık sonucu 2 yıllık bir bölüm kazandım. Konya Selçuk Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım. Yaşıtlarımın aksine sosyalleşmek yerine okulun eğitim, kurs, kulüp imkânlarını değerlendirdim. O dönem tasavvufa merak sardım ve dini öğrendiğim yıllardaki tüm çelişkilere dair tutarlı cevapları tasavvuf sisteminde aradım. Ergenlik döneminde ertelediğim ama kaçamayacağım, cevap bulmadıkça kendi hayatımı yaşayamayacağımı anladığım özgür irade meselesinde tasavvuf ekolleri farklı cevaplar veriyordu. Kafam iyice karıştı. Hem Konya'da bir Biyokimya profesöründen tasavvufu öğreniyor, hem Dücane Cündioğlu'ndan felsefi yorumlar duyuyor bir karadeliğe doğru çekiliyordum. Hem üniversite hem sonraki iş yıllarımda bir ayağım hep Konya ve İstanbul'da, Dücane hocanın derslerinde oldu.
2010 - ne kadar kararlısın?
Okul bittikten sonra bir dönem iş aradım. Samsun bu anlamda fırsatlarla dolu bir şehir değildi maalesef. Ailemdeki eski bir Refah Partili, siyasi yasağından dolayı AKP'de vitrinde yer almamış bir vekilin yardım teklifiyle Samsun Büyükşehir Belediyesi'nde işe girdim. Yaşlılara Hizmet Merkezi'nde göreve başladım. Burada hem insanlar alemi dediğim bir sınanma yaşadım, hem bir ekibi koordine etmeyi, iletişim dilimi geliştirmeyi öğrendim, hem de birbirinden ilginç hikayelere, olaylara, karakterlere, kokulara aşina oldum. 4 yıl kadar sürdürdüğüm bu görev sırasında derslerine devam ettiğim Dücane Hocanın halkasından etkileyici bir kararkter ve entellektüel bir kişilik olduğunu düşündüğüm eski eşimle tanıştım. Hayatta kimseyle tam olarak uyum yakalayamayacağını düşünen ve muhtemelen asla evlenmeyeceğim diyen iki kişi, 4 ay içerisinde evlenmeye karar verdi. İkimiz de zor insanlardık. Kolay kolay bir ilişki kuramayacak, Dücane Hocanın tabiriyle "Kendiyle başı belada" tiplerdik. Düğün davetiyemize Dücane Hocanın şu aforizmasını yazdırmıştık. "Herkes birini bulur. Bazıları birbirini bulur." Evlenirken ayrıldım Samsun'dan ve İstanbul'a yerleştim. Bir müddet sonra yine AKP'li akrabalarım sayesinde eski eşimin de orada çalışması sebebiyle Sabiha Gökçen Havaalanında iş buldum. Yolcu Hizmetleri Memuru olarak işe başladım. Hayatım boyunca yaptığım en aksiyon dolu işti. Tamamen kendine ait bir dünya. Evliliğimde birçok problem yaşıyordum. Başlarda çocuk sahibi olmayı düşünmesem de eski eşimin isteği ve değişme kararlılığı sayesinde çocuk sahibi olmaya karar verdim. Ancak hamilelik sürecimin ilk aylarından sonra eski sorunlar yeniden baş göstermeye başladı. Gerin bir hamilelik ve oldukça sorunlu bir doğum geçirdim. Doğumun ardından kızım 10 gün kuvezde kaldı ve bu olay benim için büyük bir drama dönüştü. Hayatınızdaki en gerilimli anlardan biridir çocuk sahibi olmak, çok fazla sorun yaşanabilir. Öte yandan yepyeni bir insan, yumuşacık dünyasıyla hayatınıza girmek üzeredir. Haliyle heyecanla beklediğiniz bu hayat daha en başında ölüm korkusuyla yüzleşmenize sebep olunca allak bullak oluyorsunuz. Hayatınız boyunca onun için duyacağınız endişe, onu sarım sarmalamak isterken yaşatılıyor. Yumuşak kumaşlara sarmak istediğiniz bebeğiniz, kablolar, ışıklar, iğne delikleriyle karşınızda. Korkunç bir deneyim. Çocuk sahibi olmak demek, hayatınız boyunca korkacağınız bir şeyinizin olması demek.
2019 - Yine yeni hayat
Benim gibi kadınlar katlanmak yerine her şeye sıfırdan başlar. Benim hayatımda bu 3 defa falan oldu. 3 defa her şeye sıfırdan başladım. Kötü giden evliliğim kızıma da yansıyacağı zaman işte orada dur dedim ve ayrılmaya karar verdim. Kızımı da alıp, kaçarcasına Samsun'a yerleştim. Eski işime geri döndüm. Mucizevi bir şeydi çünkü 15 Temmuz'dan sonra kararnameler döneminde belediyelerde işe girmek çok zordu ama o mucize oldu ve işe girdim. Kızımla birlikte yeniden aile evindeydim, çalışıyordum. Öte yandan kendimi ve hayatımı yeniden sorguluyordum. Ta 2012'den beri başımı açmak istiyorum. 2015'den beri ise kesin kararlıyım ancak ailem o kadar tahammülsüz ki, bu konuda adım atmaya cesaret edemiyorum. Eski eşim beni bahane et, eşim istemiyor de ve açıl derdi ancak başımı açmak başkasının arkasına saklanarak yapmak istediğim birşey değildi. Bu benim için bir onur meselesiydi, benim meselemdi. Varlığımı ve kararlılığımı, onurumu, irademi ilan etme meselemdi. Bunu ona kaptıramazdım. Yıllar içinde ailemi alıştırmaya çalıştım ama asla alışmıyorlardı. Bir gün evden başım açık olarak çıktım. Evden gönderilmek de istediler, yeniden örtün diye de yalvardılar ancak zamanla alıştık, uzlaştık. Ben açılınca babam kendini kapattı. Halen de bana alışmadı, ancak ailemin diğer üyeleri ile bu sorunu aştığımızı düşünüyorum.
2022 - İşte şimdi hayalimi yaşıyorum
2022 Mayıs ayında sürekli izlediğim Medyascope'da Ruşen Çakır ve Ahmet ŞIk'ın cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığını tartıştıkları programı izledim ve yaptıkları yorumlar üzerine, muhafazakar kesimin ne kadar değiştiğini kaçırdıklarını, AKP'li ailelerin çocuklarının dönüşümünü fark etmediklerini düşündüm. Bu duruma itiraz eden, gerçekte nasıl bir kitle ile karşı karşıya olduklarını anlatan uzun bir yazı yazdım ve Ruşen Çakır'a mail attım. "Bir 28 Şubat Mağduru Kemal Kılıçdaroğlu'na oy verir mi?" Ruşen Çakır 10 dk. sonra mailime cevap verdi ve olduğu gibi yayınlıyorum dedi. Bende bir heyecan. Yazı çok okundu. Yüzsüzlük edip ona bu konuda yazmak istediğimi söyledim ve örnek birkaç yazı gönderdim. Günlerce cevap gelmedi, ben de umudu kestim ve hatta kendime yüklendim, "Ne vardı ağırlığını korusaydın? Biraz sabırlı olsaydın, zamana yaysaydın falan diyorum." O ara bir sağlık problemi yaşandı, ardından telefonum kırıldı falan maillerime bakamadım. Meğer Ruşen Çakır bana yazmış, bir de telefonunu iletmiş, beni arayın demiş. Ben bu maili görmemişim peşine bir mail daha atmış "Hala aramadınız!". Bende bir heyecan, uçuyorum. İstanbul'a geldim, tanıştık ve tahmin ettiğim üzere yazarlık teklif etti. İşte böylece Medyascope maceram başladı. Yazarlık başladıktan kısa bir süre sonra tanınmaya başladım. Siyaset yorumlarım, toplumla ilgili fikirlerimi yazdığım yazılarım çok ilgi gördü. AKP'li yıllara içeriden bakış yazı dizim çok okundu. 2023 yılında bir yazar arkadaşımın teklifi ile İstanbul'a gelmeye karar verdim. Bu sefer de o bana iş konusunda yardımcı oldu. Samsun Büyükşehir Belediyesindeki ikinci dönemimde Kültür & Sanat alanında yaptığım organizasyonlar, söyleşiler, konserler, salon yöneticiliği tecrübem sebebiyle yine bu sektörde organizasyon yapacağım bir işim oldu.
2023 - Tutmayın beni!!
2023 Ağustos'tan beri İstanbul'da yaşıyor, Kültür & Sanat alanında üretiyor, öte yandan Medyascope'da yazmaya devam ediyordum. Bir yandan zaman zaman gelen yayın tekliflerine icabet ediyorum. Yakın zamanda Medyascope'a gönderdiğim bir yazımı yayınlayamayacaklarını söylediler. Eh, lafın tamamı aptala söylenirmiş. Ben de bu şekilde devam edemeyeceğimi söyledim ve yolları ayırdık. Yargılamıyorum ama ben asıl bu dönemde daha cesur olmak gerektiğine inanıyorum. Kimsenin benim sansürlü cümlelerime ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Ruşen Çakır çok değerli bir iş yapıyor ve zor koşullarda Medyascope'u ayakta tutmaya çalışıyor. Orası bir okul gibi, çok fazla genç haberci yetişti. Yolları ve bahtları açık olsun. Ama ben de çenemi tutamam işte. Bu yüzden bu siteyi kurdum. Köşe yazılarımı burada yazacağım, röportajlar yapacağım. Öte yandan YouTube yayınları ve Podcastler yapmayı planlıyorum, zamanla. E benim de yolum ve bahtım açık olsun madem..