Mucizelere izin vermiyoruz..

Kontrol manyağı olduk çıktık. Mucizelere izin vermiyoruz. Kaderci olmayalım tamam da,  akışına da bırakamıyoruz. Fibromiyalji oldu çoğumuz omuzlarını sıkmaktan. Boyun düzleşmesi olduk anı kaçırmamaya çalışmaktan. Amaan, boşverin, kaçıversin anlar, en mükemmel zamanlar falan. Yok olup gitmeyecek miyiz bu diyardan? Nedir yani bu mükemmel olma ve her şeye tanık olma gayretkeşliği? Fazla tanrısal değil mi bu eğilim? Her şeyi görme, her şeyi bilme, olabildiğince çok deneyime erişebilme, mümkün olduğunca kendini geliştirme.

Küçük bir havuzumuz olsa ve orada yüzsek minik bir balık gibi olmaz mı? Başımıza Allah mı kesildik acaba dünyacak? Aynen öyle. Herkes bir ilah ve neden diğerleri ona tapmıyor diye de fena halde bozuluyor. Pabucumun ilahları..

Tasavvuf öğretisi anlaşılır kılıyor işte böyle durumlarda arazları. Karmaşık görünen pek çok eğilimin, güdünün kaynağını görebiliyorsunuz. Yaratıcılık yanılgısı yahut yaratılmış olma arzusu. Kendi halinde var olmak ve yaptıklarının sorumluluğunu almak korkunç geliyor çoğumuza.

Hepimizin özü bir der tasavvuf. Varlığın birliği öğretisi, bildiniz mi? Bilmediyseniz, araştırın öğrenin. İşiniz önce zorlaşır, sonra kolaylaşır. Sonra bazen yüzer, bazen de bırakıverirsiniz kendinizi akışa..

Özetle şöyle der varlığın birliği öğretisi; hepimiz birleştiğimizde ancak, varlığı var eden ve yok eden o ilahi güç oluruz. Bütün bu işler bizlerin hayal gücü, yaratımı ve kararlarıyla şekillenir. Bir kişi ne kadar fena fillaha yaklaşırsa, esasen yaratmaya da en çok yaklaşan o olmuş olur. Tuhaf bir tezat. Kendini yok ettiğin oranda evreni var ediyorsun, tuhaf bir tezat.. Ancak bir çoğumuz, kendi küçük varlığını varlığın özü ile karıştırıyor ve işler karışıyor..

Özünün sahip olduğu yaratma gücünü hatırlıyor, sonsuz ihtimalleri biliyor ve bir parmak şıklatmasıyla yaratmak istiyor arzuladığı her şeyi ancak yaratamadığı için deliriyor.

Mucizesizlik yoruyor bizi.

Özümüzün gücüne tek başına sahip olmamış olmanın hayal kırıklığını yaşıyoruz her birimiz. Hepimiz bir hevesle yaşayacağım diye var oluyor, sonra sınırlarımızı görüp büyük bir hayal kırıklığıyla yok olmaya başlıyoruz. Meğer bu hayat yalnızca ve yalnızca biricik olan benim için değilmiş. Diğerleri, benim için değilmiş.

Bu hayal kırıklığının sersemliğini üzerimizden atmak yıllarımızı alır, bazısı hiç kendine gelemez. Bazısı bunu fark ettiği an, kendini reddeder ve bir köle olduğunu kabul eder, tüm iddialarından vazgeçer, tanrısına küser. Sevmez, sevilmeyi dilemez, önünde duran tüm yaşam kaynağını reddeder ve nefret eder böylesi yaşamaktan, sınırlarla kısıtlanmaktan. Bir an önce yaşayıp def olup gitmek ister hayattan. Bunun üzerine düşünmek dahi istemez ve bir sırığa bağlayıverir boynunu.

Yo, yo, siz çok yanlış anladınız bu hayatı..

Ama oturduğu koltuğun sahibi olmadığını anlayamayanlar da çok yanlış anladılar hayatı. Anlaması için hayat onunla sürekli uğraşıyor ama işte, biricik olduğunu zanneden zevat, bir türlü bu çok basit ayrımı göremiyor. Tek başına bir ilah olamayacağını anlaması için binlerce sınırla çevrili etrafı. Binlerce kural var eşit olduğumuzu anlayabilmemiz için. Her birimiz rengârenk ve çeşit çeşidiz. Bu özümüzün sınırsızlığını da gösterir aynı zamanda, patronun kim olduğunu da, yani bir patronun olmadığını. İşte o milyonlarca ihtimali barındıran özün yalnızca ve yalnızca bir parçası olduğumuzu kabullenmek yerine, ille de ben, ille de ben diyoruz.

Özümüz, başımıza gelen her şeyle şunu anlatmaya çalışıyor. Sadece biz varız ve biz ne istersek, o olur. Kendin için, sadece kendin için çabalamayı bırak ve biraz bize bırak. Büyük egolar anlar, çoğunluk için yaratmadıkça, tek başına var olmazsın. Çoğunluğun sende isteyeceği, seni diri tutacağı bir şeylerin olmalı. İlle de ben diyerek de çoğunluğun rızasını kazanamazsın. Ve çoğunluğu kendine tabi kılan rolünün derununa varamazsa, işte o an büyük bir yıkım ve kıyım yaşanmaya başlar. Evren çok irrite olur bu benlik algısından ve derhal hem iddia sahibini hem iddia sahibine tevessül edenleri cezalandırır. Çoğunluk yine anlayamaz en basit hakikati ve şaşkın şaşkın düşünür, nerede hata yaptık?

Tıpkı bir karınca gibi işlerimizi eyleyeceğiz ve işimiz bitince kenara geçip seyreyleyeceğiz. Diğerleri işlerini yapıp ettiğinde ortaya nasıl bir manzara çıkacak acaba, bunu görmek için. Bu temsilden bize nasıl bir rol, nasıl bir kayıntı düşecek? Önce bunu görürüz ve sonraki adımı sonra düşünürüz.  

Bedenimiz kısıtlı, ömrümüz kısıtlı, her an hasta olabilir yahut ölebiliriz, her an yoksul, her an zengin olabiliriz, tüm bu geçicilik ihtimalleri hiçliğimizi idrak etmek için sunulmuş bize ama biz bu basit gerçeği görmekten ölesiye korkuyoruz. Ya bir hiçsem farkındalık eşiğine varmamak için uzun ve dolambaçlı yollardan yürüyoruz. Çünkü o eşikten bir defa geçersek, bir daha asla eski insan olamayacak, safa yatamayacak ve bilen insan olmanın bedelini ödeyeceğiz.
Bir kabul etsek, bir hiçiz, çok rahat edeceğiz.

Zamanımız var, zamanımız dar. Bir varız, bir yoğuz. Bir azız, bir çoğuz.

Birken hep, tekken hiçiz.

Le enteresan..