Yenemeyeceğiz, öldürelim!!

Medyascope’da yayınlanmayan son yazımda özetle; Turpun büyüğü Erdoğan’ın kendisi aslında demiştim. Heybesindeki acı turplar, onun zamanında ekmiş olduğu lanetli tohumlardan üreyen turplar. O istediği kadar muhalefetle uğraşsın, geçmişte ektiği kötülük tohumları da onunla uğraşacak, demiştim. Öyle de oluyor.

O İmamoğlu’nun diplomasıyla uğraşıyor, zafer kazandım diye övündüğü Suriye’de iç savaş tamtamları çalıyor. O CHP’nin içini karıştırmaya çalışıyor, Kültür Bakanlığı’nın denetlemediği, dahası bakanının iş ilişkisi içerisinde olduğu bir otelde yangın çıkıyor. Sokaklar suçlu cennetine dönmüş, kurumların her birini bir Erdoğan yönetiyor. Haliyle her gün başka bir kurumdan usul dışı keyfi uygulamaların haberleri geliyor. Kamu yararını gözetmeyen bu keyfi uygulamalar illa ki birilerinin canını yakıyor ve o günkü kötülük dozu olarak ekranlarımıza düşüyor. Hal böyle olunca o İmamoğlu’yla uğraşacak, geçmişi de onunla.

Devlet yönetilebilecek bir aygıt olmaktan çıktığı için Erdoğan ve ekibi saldım çayıra, Mevla’m kayıra rahatlığında Ekrem İmamoğlu’yla uğraşıyor. Diledikleri kadar FETÖ’den kalma yöntemlerle yeni sabotajlar planlasınlar, yine ellerinde patlıyor yine ellerinde patlıyor. Ekrem İmamoğlu’nu yenemeyeceklerine kesin gözüyle bakıyorlar artık, bundan eminler. Öyle çaresizler ki, hukuk kılıfına uydurmaya dahi gerek duymadan devletin tüm imkânlarını kullanarak etrafını sardıkları halde yenemedikleri için son çare öldürmeye karar vermişler. Öldürmekten başka kurtulma şanslarının kalmadığını itiraf ediyorlar.

Yaparlar mı? Elbette yaparlar, kötülüklerinin sınırı yok. Dinleri yok, imanları yok, ahlaki değerleri yok, kanuna nizama inanmayan bir kabadayı topluluğu var karşımızda. Hödükrasiyle yönetiliyoruz biliyorsunuz ki. Onları durduracak hiçbir şey yok. Ancak İmamoğlu’nun kılına zarar gelirse, laneti peşlerini bırakmaz.

Vallahi ölüsüne bile yenilirsiniz!!

Erdoğan, AKP’nin kuruluşunda kendi hırslarını durduran ve engelleyen akl-ı selimi def ettiğinden beri uçurumun kıyısında seyrediyor. Bizler de ha düştü ha düşecek diye bekliyoruz. Beklerken elimizden geleni yapmıyoruz da, zaten düşecek diyoruz. Böyle böyle yıllarımız ziyan oldu. Seyirlik bir düşüş izlemek için kurduğumuz kamp sandalyelerimizi toplayıp çalışmaya başlamadıkça bu kötülük şovu bizi de içine alıyor.

Kötülükle mücadele etmeye başlayalım başlamasına ama dert bir değil ki?

Derdimiz yalnızca Erdoğan’ı yenmek olsa o iş kolay. Seçim kampanyanızı hazırlarsınız, halkçı politikalarınızı kapı kapı dolaşıp anlatırsınız. Yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatıdır ve vatandaş bir yandan cefa görürken bir yanda verilen hizmeti gördüğünde tercihini sizden yana kullanabilir. Gelin görün ki, Erdoğan bir kişi değil. Arkasına dizilen milyonlarca Erdoğan var. Onları nasıl yeneceğiz?

Diğer Erdoğanların da heybelerinde acı turpları var ve hiçbirisi o acı turpları yemek istemiyor. Hiçbiri hakka girerek elde ettiği devlet kadrosundan olmak, malına çöktüğü kişiyle mahkemede hesaplaşmak, devletten aldığı usulsüz ihalelerin bedelini geri ödemek, eski sefil hayatına dönmek istemiyor. Devletten hiçbir fayda sağlamamış, sadece fanatikçe ideolojik saiklerle oy verenler dahi, nanik yaptığı komşusuyla yeniden karşılıklı saygı çerçevesinde ilişki kurmak zorunda kalmak istemiyor. Hödükrasinin nimetlerinden sonuna kadar faydalanmak varken, yeniden sıraya girmek, vergi ödemek, hesap vermek istemiyor. Öldürdükleri yanına kâr kalsın istiyor. Dilediğine dilediği anda sahip olmak istiyor, kimseye hesap vermeden. Bir şekilde halletmek istiyor işini, bir telefonla.

Bunca kötülükle nasıl baş edeceğiz peki? Sadece Erdoğan’a değil, Erdoğangillere bile sesini çıkarmıyor ki vatandaş. Sadece Erdoğan mı takmıyor yasaları? Erdoğangiller de takmıyor. Bana bir şey olmaz diye elinde sopayla geziyor. Bir park yeri için adam öldürebilir, hoşlanmadığı birini hapse attırabilir. Hemen herkes, her gün karşılaştığı hödüklüklere tahammül ediyor ve “Canımdan kıymetli mi?” deyip, haklarını feda ediyor. Hesap sormuyor, hakkını aramıyor.

İnsanlar çocuklarını eğitmek gereği bile hissetmiyor.  Çocuklarına dahi dur, sus, yapma demiyor. Hiçbir şeyi düzeltmek için çabalamayınca da haliyle önümüzdeki yığınak, aşılmaz dağlar gibi görünüyor. Hangi birini yenelim, hangi birini düzeltelim pesimistliğiyle içine içine susuyor.

İtiraz etmek, düzeltmek şöyle dursun, içimizdeki o manyak (bu hikâyede ben), bir şeye itiraz edince otobüsteki herkes dönüp bana bakıyor. İtiraz ettiğim kişiye değil, bana. Bakışlarıyla şöyle diyorlar bana. Delirdin mi sen? Neden itiraz ediyorsun ki? Bırak hödük hödüklüğünü yapsın, katlanıver biraz sen de ne var? Bak biz katlanıyoruz işte, tadımızı kaçırma!!

Ama böyle haklı haklı lafları sokuverip karşımdaki hödüğü susturunca da bir saygı halesi yayılıyor etrafımda bu sefer, aziz ilan edecekler neredeyse!! Kulağıma eğilip söylenmeye başlıyorlar bu sefer.

Eeehh, dert babası mıyız be!!

Herkes, her şeye katlanmaya alışmış. Mücadele etmektense katlanmak daha kolay geliyor. Ben ise kanser olmak istemiyorum. Hödükler domuzlar gibi yaşarken, kendi hücrelerim başkalarından sormadığı hesapları bende sorsun, beni kemirsin istemiyorum. Sokaklarda yürürken sıkı bir şarkı çıktığında dans edebiliyorum hâlâ çünkü yutmuyorum hiçbir şeyi, söylüyorum.

Hödükler utansın, bana ne?

Eğer bir hödükle yahut haksızlıkla uğraşırken hemen sonuç alamaz da bunalırsam, şöyle düşünüyorum: Ya hu sen şununla uğraşmaktan yoruldum diyorsun, Ekrem İmamoğlu ne yapsın? Adam günde 50 tane davayla uğraşıyor. Topla kendini!! Ve derhal toplanıyorum gerçekten, sonra hücum!!

Evet, hepimiz bu hikâyede birleştik. Ekrem İmamoğlu da buradan yürümeli bence. Öyle yer sofrasına bağdaş kurmaya gerek yok. Vatandaş cesaret görmek istiyor. Kendisinin soramadığı hesabı soracak güçlü birilerinin varlığını bilmek istiyor. Hesap soran ve mücadele eden kişi, onun da hakkını savunabilir çünkü.

Her devrin deveranı başka. 23 yıl önce seçim kazandıran simit&çay hesabını, yer sofrasına çömme işini bırakın!! Erdoğan’ın ilk seçim dönemlerinde halkın ihtiyacı, ona tepeden bakmayan, ona saygı duyan, ona hizmet etmeyi vadeden, mütevazı biriydi. O mütevazı kişi şimdi 1000 odalı saraylarda yaşıyor ve zamanında ezilenleri onlardan biri olduğu için daha da çok ezebiliyor. Öyleyse şimdi yer sofrasına oturmak zamanı değil. Hurma kâsesini uzatmayın artık. Başkasının sofrasına da çökmeyin hatta. Bu görüntü çok çirkin bence. Yoksul vatandaşın sofrasına bir tabak da sizin için konmasın, siz zengin sofranıza vatandaş için bir tabak koyun!!

Bence Ekrem Bey’in bu devirde oldukça karmaşık bir kampanyaya ihtiyacı var. Öyle tek bir sloganla, umut vermekle seçim kazanamaz, mümkün değil. Bildiğiniz hassas su terazisiyle, milim milim hesaplanacak bir kampanyaya ihtiyacı var. Kendisi zaten büyükşehirde farklı disiplinlerde çalışacak uzman bir kadro kurdu, seçim için de çoklu bir iletişim kampanyası gerekiyor. Fakirlikten kurtarma edebiyatı lazım olduğu kadar adalet talebi de lazım ancak, herkes de biraz günahkâr nasıl olacak o iş? Sizce iktidardan kopan kararsız %30 neyin kararsızlığında?

İşte size bir örnek:

Şimdi, büyük oğlunu zamanında -bir şekilde- memur yapmış, küçük kızını memur yapmak isteyen ama bugün torpil savaşlarında geri sıralara düşmüş, az kirlenmiş eski AKP’li bir vatandaş düşünelim. Ona adalet dersek, kızına eşit şartlarda mücadele etmek zorunda kalacağı iş imkânı vaat ederken, oğluna işsizlik vadedeceğiz. Üstelik ilki kadar kolay da olmayacak hiçbir şey, hak ederse iş bulabilecek. Ha bu kararsız seçmen neye göre karar verecek şimdi? AKP’ye oy verse, kızı işsiz kalacak,  muhalefete oy verse, oğlu işsiz kalacak, öyle mi? Neye göre karar versin şimdi bu kişi?

Gördünüz mü, karmaşık bir mekanizma ile kazanmak zorundasınız seçimi. Beşli çeteye ihale yok demekle bir avuç solcunun gazını alırsınız ama beşli çetenin holdinglerinde çalışan binlerce insanı ve ailelerini korkutursunuz. Kaldı ki muhalif çevrelerin içerisindeki kişiler de 23 yıldır kirli bir çarkın parçasına dönüştü. Yani sizin içinizde bile sizin adalet sözcüğünüzden korkacak insanlar var. Seçimden sonra bile tek işiniz devleti yönetmek değil, halkı rehabilite etmek, yeniden muteber insanı inşa etmek olacak.

Peki, nasıl bir denge kurulmalı? İşte burası çokomelli..

Size burada kampanya yazacak değilim elbette, ancak toplumun yalnızca dindarlar ve dindar olmayanlardan ibaret olmadığı malum. Toplum sadece ahlaklılar ve ahlaksızlardan da oluşmuyor. Toplum sadece milliyetçilerden oluşmuyor, sadece Kürt meselesi çözülsün isteyenlerden de oluşmuyor. Sadece ekonomik krizden dem vurulmuyor, sosyo-ekonomik kriz + ahlaki çöküş + derin depresyon + itiraz kültürü eksikliği + kültürel yozlaşma + sağlık hizmetleri ihtiyacı + eğitim seferberliği beklentisi de var… Uuuuhh liste çok uzun. Yapılacak çok iş var. Peki, nasıl bir söylem kuracaksınız da hem kimseyi küstürmeyecek, hem birden fazla seçmen kitlesine umut verecek, hem de eski AKP’li kararsız kaypak seçmeni dahi kendi tarafınıza çekeceksiniz?

İngiliz çakısı gibi olmak zorundasınız!!

Halkın derdiyle dertlenmeli, halkın hesabını soracağınızı ilan etmelisiniz. Unutmayın, halkla en büyük ortak noktanız, adaletsizlik. ama bunu yaparken de dengeleri alt-üst etmemelisiniz. Bunun yanı sıra, söylemleri konusunda CHP örgütünü kontrol altına almalısınız. Hatta kendi seçmen kitlenizi!! Önce, kendi seçmen kitlenizi ikna etmelisiniz yol, yordam konusunda. Önce onları bi sağlama almalısınız. Sadece sandıkta durmaya değil, kampanyanızı birlikte yapmaya, dengeli bir dil kurmaya. Asla Kılıçdaroğlu gibi AKP seçmenine yaranmaya çalışmaktan bahsetmiyorum ama diğer tarafta bir travma hali olduğu çok açık. Bakınız AKP hizmet üretemiyor ama tek umudu olan toplumsal kaosu ve nefreti kaşıyor. Çünkü bir markette Atatürk’çü bir kadınla çarşaflı bir kadın kavgaya tutuşsa seçim kampanyası yapacaklar. Bu ortamı yaratmak için Konakçı besliyorlar, ROK besliyorlar, daha yüzlerce minik iğrenç trol besliyorlar. Sırf bu kavga ortamını yaratabilmek için.

Minik Mevlânâ’lar mı olalım? Yoo, vallahi işte biz de o konuda travmatize olduk. Yanlışa yanlış demek zorundayız. Ancak o minik hassas su terazisiyle bu dil kurulur işte. O dilin nasıl olacağını ise vatandaşa siz göstereceksiniz kurduğunuz dille. Hepimiz geleceğimizi kurtarmak için çalışmak zorundayız. Çünkü bu hepimizin geleceği. Kazanmak zorunda olduğumuz şey bir seçim değil, bir avuç haramiye kaybettiğimiz ülkemiz.

Sen çalışmazsan, ben çalışmazsam, nasıl döner kararsızlar kararlıya?